Her yıl nisan ayında âlemlere rahmet olarak gönderilen peygamberimizin doğumunu kutluyoruz. Peygamberimiz kendisinden önce gelen diğer ümmetlerin bile hasretle ve umutla; “Ne olurdu, bizim zamanımızda dünyaya teşrif etseydi” diyerek bekledikleri özlenen rehberdi.

Onun dünyaya gelmek üzere olduğu dönem karanlığın en koyusunun yaşandığı, insanlıktan söz edilmeyen kapkara dönemlerdi. Bu dönemde Bizans’ta huzur kalmadığı gibi Fars topraklarında da güzel bir gelecekten bahsedilemezdi. Dünyayı kasıp kavuran koyu bir cehalet her yere hâkimdi. Hicaz bölgesi de bu cehaletten nasibini fazlasıyla almıştı.
Hz. Âdem’den bu tarafa tüm peygamberlerin uğrak yeri olan Kâbe, putlarla doldurulmuş; Allah’a en yakın olunması gereken beldede, insanları ondan uzaklaştırmak için her şey yapılmıştı. Hac ibadetinin şekli değişmiş, insanlar, çıplak bir şekilde ellerini çırpıp, alkış tutarak Kâbe’yi tavaf eder hale gelmişlerdi.

Kısaca dünya efendiler efendisine susamıştı. Karanlığın aydınlığa, zulmetin rahmete döneceği zaman yaklaşmıştı. Dünya her yönüyle Muhammed’in gelişine hazırlanmakta, gözler ufukta şafak beklenmekteydi.

AMİNENİN YETİMİ DOĞUYOR

Şair Arif Nihat Asya Peygambere olan özlemini ne güzel dile getiriyor;

Gel ey Muhammed bahardır. Dudaklar arasında saklı
Âminlerimiz vardır. Hacdan döner gibi gel,
Miraçtan iner gibi gel. Bekliyoruz yıllardır.


Kâinat onu bekliyordu, son kurtarıcıya hamile kalan Hz. Âmine, diğer anne adayları gibi sıkıntı yaşamıyor ve rahmet esintileri altında bir hamilelik süreci geçiriyordu. Bu arada bir de kulağına fısıldanan müjdeler vardı. Ona “Sen ümmetin efendisine hamilesin! Onu dünyaya getirdiğin zaman her türlü hasetçinin şerrinden, bir olana istiaze ediyor ve onun korumasına bırakıyorum de ve adını Muhammed koy” diyordu.

Âmine, şahit olduğu bu olaydan oldukça etkilenmişti. Yetim bir çocuk dünyaya getirecekti. Ama bu yetimin ümmetin efendisi olması ne demekti? Hem Muhammed diye bir isim bilmiyordu, Muhammed, pek bilinen bir isim değildi. Bütün hicaz’da, sadece üç kişiye verilmiş bir isimdi. Bunların üçünün babası da, kral ve meliklerle birlikte bulunmuş Ehl-i kitap insanlardı. Üçü de eşleri hamileyken vefat etmiş ve çocukları erkek olursa adını Muhammed koyması konusunda eşlerine tavsiyede bulunmuşlardı. Onlar da biliyorlardı ki son nebinin adı Muhammed olacaktı ve artık O’nun yıldızı doğmak üzereydi.

Tarih 571’i gösteriyordu, günlerden pazartesi idi. Tan yerinin aydınlığa durduğu bir zamanda, bütün karanlıkları aydınlığa kavuşturacak kutlu bir doğum yaşanıyordu.

Asırlardır dilden dile dolaşan son sultan Hz. Muhammed (s.a.v) dünyaya teşrif ediverdi. Amine’nin yetimi dünyaya gelmişti. Başka çocuklara hiç benzemiyordu. Dudakları kıpırdıyor “Allah sana merhamet etsin” diyordu. Odanın içi bir anda aydınlanmış doğu ile batı bu nura gark olmuştu.

Hemen Abdulmuttalib’e haber gönderildi. Kâbe’de ibadetle meşgul olan dede heyecanla eve geldi. Âlemin beklediği nur yumağını kucağına aldı. Sevinçten sakalları gözyaşlarıyla yıkanıyordu. Oğulları arasında en çok sevdiği Abdullah’ın yetimi, sağ salim dünyaya gelmiş; manalı bakışlarla kendisini süzüyordu. Kürek kemikleri arasında bulunan işaret herkesin dikkatini çekmişti. Bu işaret din bilginlerinin tarif ettiği gibi gelecek olan son nebinin risalet mührü idi. Amine’nin gördüğü rüya üzerine minik yetimin adı Muhammed konuldu.

Kutlu doğumla birlikte dünyada olağanüstü hadiseler cereyan ediyordu. Kâbe’deki putlar baş aşağı düşüyor, gökyüzü maytap şenliği yaşıyor, ardı ardına yıldız kaymaları yaşanıyor, Mecusilerin yüzyıllarca yanan ateşleri sönüyor, Kisra’nın sarayı başına yıkılıyordu. Efendimiz(s.a.v) in doğumuyla birlikte dünya rahmete boğuluyor ve onun doğumunu müjdeliyordu.

Peygamberimizin doğduğu gün bizler içinde kutlu bayramdır. O değil miydi, şehadet parmağı havada Ya rabbi ümmetim, Ümmetim, diyen. O değil miydi, Miraca çıktığında ümmeti için şefaatçi olmayı talep eden. Sahabeleri ona öyle bağlıydı ki, anamız, babamız sana feda olsun ya resullullah derlerdi. Ona düşmanlık besleyen tanıdıkça dostu olur, yanından ayrılmazdı. Onu öldürmeye gelen onda dirilirdi. Hikmetli sözlerini duyanların kalpleri mesut olurdu.
Bizler efendimizi görmedik ama görmüş gibi çok sevdik. O, peygamber, baba, eş ve bir lider olarak tüm ümmetine örnek bir yaşam sergiledi. Yüce Allah İslam ümmetine büyük ikramda bulunarak Hz. Muhammed’i nasip etmiş, onlara şefaatçi kılmıştır. Bizleri de o yüce peygamberin sevdiği ve şefaatine nail ettiği kullarından eylesin.