‘’Vazgeçilen; Rabbin rızası içinse, hicrettir’’
Bayram yaklaşır iken, dinimizin gerekliliği olan bayramlaşma, ziyaretler, ikramlardan vazgeçmeme sorumluluğunu hatırlatarak, giriş yapmak istiyorum yazıma. 
Gerektiğinde bedensel rahatlığı terk etmek bizi biz kılandır. Vazgeçmemek! Geleceğin geçmişle bağı ve bizi birleştiren güzelliklerden mahrum kalmamak içindir. Ve köprü olur yerinde ise bu anlayış.
Fiziksel rahatlıklardan, ruhların rahatlığı için vazgeçmek ara ara…
Kültürel değerlerimizi yaşatmak, adet ve örflerimize ayak uydurmak şu zamanda zorluk barındırsa da ruhunda, sadakati ince ince işler gönüllere...
Kahve değirmeninde kahveyi öğüttünüz mü bilmem ama o kolun her dönüşü pişecek kahvenin her damlasına vefadır. Pişmesi için köz oluşturma zahmeti, sonra tepsi ve fincanları ocağa kadar taşıma. Ne kadar emek girmiş ise vazgeçmek o kadar zordur...Unutmak da!
Tarifi kolay olanın tahrifi de kolay oldu.
Elimizdekileri çabuk atabilmek, her şeyi çok kolay elde etmekten değil mi? Belki de bu durumdu bağlarımıza da yansıyan.
Her şeyden çok çabuk vazgeçtiğimiz şu süreçte kalbi yorgunluklar, hastalıklar, kırgınlıklar, alınganlıklar da arttı.
Oysa insan biriktirmek fedakârlıkla mümkündü.
Her şeyi biriktirmek değil kastettiğim ve de herkesi. Nice eşya ile gönül bağı kurarım ben mesela. Nice şeyi anımsatır onlar kâh güldürür, kâh ağlatır...
Geçmişte büyüklerimiz ile her daim iç içe olduğumuzdan gözlemlerimiz de o nispette idi. Onların çabuk vazgeçmeyişi, bir çorabı bile defalarca yamamaları canlanır gözümde. Yokluk vardı belki, lakin kanaat ile birlikte hemen gözden çıkarmama da vardı...
Bir kazağımız eskimiş ise gözümüzde şuan, atmak kolay. Hatta eskiyor mu, onu da bilmiyorum.
O vakitler yıpranan örgü giysilerin ipini söker, yeni şeyler örerdi anneannem. Kocaman paspasları divan örtülerini onun ellerinde örülür iken görmüştüm. Hatta ortasını başlatırdı bize sütkardeşim teyzemle.
O örgüler sökülünce, kıvırcık olmuş ipler emekle rengârenk örtülere dönüşürdü.
Birbirinin kıyafeti ile büyüyen nesil de gocunmazdı. Bir eşya tel tel ayrışıp didik didik kullanılabilene kadar atılmazdı.
Yıpranmış kot pantolonları çantaya çeviren estetik görüntü katarak topluma sunan bir arkadaşım vardı. Ruhu da öyle idi.
Yıpranan kısımları öyle güzel onarmaya çalışırdı ki, aynı işi yüz yüze geldiği karşı tarafa da büyük bir sabır vefa örneği kuşanarak yapardı ...
Pahalılık yokluk da bir etken idi lakin en çok da vefa...
Bunu ruhta ki bağlı kalma vazgeçememe hasletine bağlıyorum. Onlar birbirinin derdiyle dertlenebilen, menfaat ötesi sevebilen gönülleri de böyle oluşturuyorlardı.
Geçmişteki komşularımız dostlarımız, hâlâ çok yakınımız.
Küslükler anlık. Gönül almalar çabuk.
Müsriflik mal eşya noktasında dinen de caiz görülmese de insana dair yaptığımız müsriflik, vaz geçişler acıtıyor en çok da insanın canını.
Eşyanın, tabiatın var olan her şeyin hakikatini yavrularımıza öğreterek çabuk vazgeçmeme hasletini yerleştirebiliriz belki ruhlarına.
Tabiatta ki her şeyin geri dönüşüm özelliği  örnekliğini iyice anlatabilirsek belki ,aile bağları da bu kadar çabuk çözülmez...
Nilüfer  zontul aktaş