Kısa bir çizgi kadar olsa da hayat;

Kısa çizginin görevine üzülürdüm hep, parça okumalarımda. Bir sözcüğü bölüp alt satıra indirmek o sözcüğün, hayatına, sevdalarına, yollarına vurulmuş, ayrılık nedamet diye düşünürdüm ve onunla özdeşleşen hayatlar gözlerimde bir buğu olurdu yaşla karışık…

Alt satıra düşen heceler gibi bekleşirdi işte, bazen de özlemler sevdalar. Kısa bir çizgi uzun bir yol olurdu o zaman. Lakin ne üstteki parça alta inebilirdi nede alttaki hece çıkabilirdi yukarı. Sağları solları dolu nice kelime, nice harf. Arkadaş gibi en yakınında ama en uzak.

Kısa bir çizgi işte, kısa bir çizgi koskoca bir yol olurdu vuslatı olmayan yukarda kalan parçasına. Okurlardı üstlerinden geçenler, leylayı mecnunu okur gibi, keremi aslıyı okur, gurbeti okur gibi…

Okurlardı belki bir bütün gibi. Kısa çizgi bölmezdi okuyuşları. Ruhen de bölünmedikleri gibi kelimelerin okunuşu etkilenmezdi…

Yazılanların kimi dokunurdu okurken yüreklerine, kimi tebessümdü okuyanların. Kısacık çizgilerin nice sözcüklere pranga olduğunu bilmeden okurlardı insanlar…

Kısacık mesafelerin nasıl uzun yollara dönüştüğünü bilirdi, acırdı benim yüreğim ayrılan hecelere işte…

’Ah kısa çizgi ah’ derdim… Derdim olurdu satır sonuna sığmayan sözcüklerde bundan dolayı…

Satırların leylaklar asılmış göğüsleri hıçkırıkların seyrinde, bülbülleri dert sahibi yaparken, güllerin sızısına eremeden onlar da göçüp giderdi.

Siz yarım sevdaları, yarım kalmış lokmaları bilirdiniz belki ama onlarca hikayede acizce görev yapan kısa bir çizginin ıstırabı kadar bilemezdiniz belki de yarım bırakılmışlıkları ve yarım bırakışları.

Nilüfer Zontul Aktaş