Yavaş yavaş yaklaştı arabamın kenarına. Sessizce sokuldu, çocuksuydu hala davranışları; renksiz, yırtılmış ve kirlenmiş giysilerine sinmişti sanki ardında bıraktığı hayatlar. Ama yine de umutla baktı gözlerime. Avucunu uzattı, süzdü gözlerimi. Ağzını açmadı, ama haykırdı kulaklarıma: “Adalet!” dedi. “Nerede?”.

Hadis kaynakları “Allah’ın yarattıklarını/sanatını (isimlerini) düşünün, Onun Zatını düşünmeyin” anlamı ile yorumlanan hadislerin bulunduğuna işaret etmekteler. Allah`ı, o en güzel isimleri ile düşünmek. Esmaül Hüsna içinde Allah’ın isimlerinden biri olarak anılan `el-Adl’`ı anlayabilmek. “Hak ile hükmeden, adaletten hiç şaşmayan, hiç zulmetmeyen” olarak ifade edilen bu ismin özünü hissedebilmek. ‘Adalet nerede?” sorusunun yanıtını aramak. Her nefeste, her saniyede peşinden koşmak doğruluğun ve hakikatin. Son nefeste, ‘Adaleti gerçekleştirdim’ huzurunu duyabilmek. Olmak. Olabilmek. Bu, ne büyük bir mesele, ne büyük bir savaş. Anlayabilene…

Şura Suresi 15. Ayet şöyle başlamaktadır: “Ey Muhammed! İşte bunun için insanları tevhide davet et ve sana emredildiği gibi dosdoğru ol. Onların keyiflerine uyma ve de ki: Ben Allah'ın kitaptan indirdiğine inandım ve bana aranızda adaleti gerçekleştirmem emredildi…”

Adalet… Gerçekleştirmek… Küçücük, masum bir çocuğun avucuna ‘adalet’ koymak… Ama nasıl?

Doğu felsefesinde adalet, devlet tarafından, halkın üzerinden zulmü gidermek, kuvvetlinin zayıfı ezmesine imkan vermemek, halkın can ve malını emniyette bulundurmak şeklinde yorumlanmıştır.

Kelile ve Dimne isimli eserde ise, hükümdarın; adalet ile ve kötülere karşı otoritesini gösterme ve cezalandırma suretiyle mutluluğa ve dünyayı hükmü altına almaya muvaffak olacagı ifade edilmiştir. Yine, Nizam`ül-Mülk, Siyasetnamesi`nde hükümdarın vazifelerinden birinin, adalet ile halkın huzurunu sağlamak olduğunu belirtmiştir. Kutadgu Bilig`de ise, beyliğin kanun ile ayakta duracağı ifade edilmiştir.

Türk devletlerini incelediğimizde de, adalet kavramının, devlet otoritesi ile yakın temas halinde olduğunu, birbirleri ile iç içe olduklarını çok net görmekteyiz. Bu çerçevede Türk hükümdarlarının, adaleti sağlamak adına, kendi iktidarına ortak veya onun üstüne bir otorite tanımayan mutlak karakterini muhafaza ettiğini, devlet otoritesini her şeyin üstünde tuttuklarına şahit olmaktayız.

Kanunların gücünü ve adalet vurgusunu tasvir eden Tursun bey, adaleti bu anlamda, herkese hakkının verilmesi, neye müstehak ise onun karşılığını görmesi olarak anlamış ve kabul etmiştir. Çünkü hakkın eksik verilmesi hak sahibine, fazla verilmesi ise diğer insanlara zulüm teşkil edecektir.

Osmanlı kaynaklarında ise adalet çemberi diye bir tarif yapıldığını görmekteyiz. Şöyle ki; “Adalet, cihanın salahının teminatıdır; cihan, duvarı devlet olan bir bahçe gibidir; devletin işlerini tanzim eden kanundur; kanunu devletten başka bir şey koruyamaz; devlet bunu asker olmadan başaramaz; asker ise ancak para mal ile sağlanır; malı kazanan reayadır; raiyyeti alemin padişahına kul eden, ona bağlı kılan ise sadece ve sadece adalettir.”

Peki, adalet mümkün mü? Ankara’da 7 yaşında, yalın ayak, kış ortasında bir kaldırımda dilenen yavru için. Çocuklarını ısıtmaya yetecek para bulamadığı için intihar eden Osmaniye`li anne için. Defalarca tecavüze uğrayan 15 yaşında bir kız için adalet gerçekten de sahi mi? Hayatın silah seslerinden ibaret olmadığına ihtimal vermeyen Filistinli bir çocuk için, babasının paramparça olmuş bedenin toplamaya çalışan Suriyeli bir yetim için, çalışma şartlarına dayanamayıp intihar eden Çinli bir adam için, özgürce okula gidemeyen Afgan bir kız için, fakirlikten kurtulamayan müslüman toplumlar için, sömürüye boyun eğmekten vazgeçemeyen Afrika için adalet var mı?

Halkın ve insanların tamamının eşit tutulduğu; herkese iyilik derecesine ve mevkiine uygun şekilde muamele edildiği; herkesin durumunu ve kabiliyetini dikkate alarak, kim neyi hak ediyorsa, onun kendisine eksiksiz verildiği bir dünya hayatı sahiden hiç var oldu mu?

Hukukun dar kalıplarından uzaklaşmaya ne dersiniz bugün, sadece kendi vatandaşına kulak veren değil dünyanın en uzak köşesinde yardım bekleyen bir insana el uzatan, dünyaya adalet dağıtan bir Türkiye hayali kurmaya var mısınız? Osman Bey`in göğsünde büyüyen, yükselen. büyüdükçe yeşeren, güzelleşen, dallarının gölgesiyle bütün dünyayı kaplayan, dünyanın her tarafından insanların grup grup gelip gölgesine girilen ağaç misali ihtişamlı bir Türkiye çiziyorum uzun zamandır yüreğimde.

Bana verilen nimetin sahibini bilerek, bütün nimetlerin Allah’tan geldiğini kabul ederek, bundan dolayı Allah’a şükrederek ve vicdanımın hoşuna gitmeyen her şeyden vazgeçerek kendi adaletimi sağlıyorum en başta. Bu vesileyle, hayalini kurduğumuz o adalet ağacının gölgesine sığınabilmek için öncelikle, insanların adaleti vicdanlarında hissetmesi gereğini belirtmek istiyorum.

Ben, o adalet ağacını hayal ediyorum her an ve her nefeste. Bu devlet hayalinin, insanla başladığını da bilmekteyim. Vicdana uygun hareket etmenin, birey bakımından adaleti gözetmek olduğunu, dolayısıyla tam anlamıyla ahlaklı olanın, aynı zamanda adil olacağını da içtenlikle söyleyebilirim. Bir millet ilerliyorsa ahlaki değerlerin kuvvetleniyor olduğunu, geriliyorsa da tam tersine zayıflıyor olduğunu tarihe baktığımda net olarak görüyorum.

Vicdanının emriyle hareket eden kişinin, toplumun ve hukukun yaralarını saran, zilletin önünde aşılmaz bir duvar gibi duran kişiye dönüşeceğini biliyorum. Böylece, bu vicdan sahiplerinin toplumsal faydanın gözetilmesini esas alan, toplum için ne yararlı ise o şey adaletli olarak kabul edilen bir toplum oluşturacağını, bu toplumun da her adımda biraz daha hayra yöneleceğini söylemek istiyorum.

Günümüzün siyasi ve sosyolojik koşullarında, kişilerin ve toplumun adalete yönelmesini sağlamanın devleti yönetmekle görevli kılınan seçilmiş siyasi aktörler eliyle gerçekleştirilebileceğini de tahmin edebiliyorum. Dünya insanının, toplumlarının mevcut sosyal, psikolojik çıkmazlarını gördüğümde, dünyanın siyasi liderliğini yapmakta olan ülkelerin adaleti sağlamaktaki başarısızlığını farkediyor ve kendimi bunda sorumlu görüyorum. Adaleti sağlamak adına, Dünya siyasetinde çok daha baskın olan bir devlet projesinde yer almanın, sorumluluklarımın en başında olduğunu yürekten hissediyorum.

Bu vesileyle; dünyaya adalet dağıtan, haksızlıkları önleyen, zulümlere son veren, insanının ihtiyacını o istemeden gideren, yeryüzünde adı anıldığında gönüllere ferahlık gelen, karanlıklara güneş gibi doğan o devleti sırtımda taşımak istediğimi büyük bir gururla ifade ederek bugünkü yazıma son veriyor, hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

Yazarın izniyle http://www.hukukihaber.net sitesinden alınmıştır.