DİNOZORLAR HALA KENDİSİNİN YAŞADIĞINI SANIYOR!..

Hiçbir meziyeti-marifeti olmayan bazı "zerzevat takımı" elinde kalan soluk resimlerden derlediği 40-50 yıllık anılarını paylaşarak henüz ölmediğini, "bir zamanlar ben" cakasıyla gözümüze sokuyor...

Bir türlü geçmişinden kopup günümüze gelemeyen dinozorlar, geçmişin avuntusu peşinde kendini aldatırken bir türlü günümüzü anlayıp anlamlandıramıyor. Çok eskiden kendilerini gelişmeye kapattıkları için ne yazık ki tamiri de mümkün olamıyor. Oysa yeni nesil veya kendisini sürekli yenilemeyi başaran genç beyinler bakıyorsun en açmaz bir yerde, en zorlu zamanda ve üstelik "çözüm bitti" denilen bir anda kendisini " resetleyip" yeni baştan başlatıyor. Üstelik eskisinden daha hızlı ve daha bir dinç olarak…

Sürekli yenilikleri takip edebilen ve yeniliğe açık olanlara bin selam!..

**

YERELDE "REHA MUHTAR ÇAKMASI" MEDYA TÜREDİ

Yerel medyanın duayen geçinen sözüm ona anlı şanlı gazetecileri, ceplerinde taşıdıkları kaşıklarla cemiyet-tören ve bilumum yemekli toplantılardan fırsat bulup bir türlü kendi gerçek gündemlerine dönemiyorlar.

Sorsanız "kamu yararına" habercilik yaptıklarını iddia ederler. Ben söyleyince de kızıyorlar. Oysa dediğim şu;
Bırakın fırıldaklığı "adam" olun diyorum. Bir gün bakıyorsun Malatya'nın meşhur delisi Mustafa amcanın resmi, bir gün Mercedes Kadir'in yok yeni model arabası, ehliyeti filan. Ertesi gün "it-köpek" fotoğrafları yayınlayıp günü kurtarıyorlar. On sekiz resim altına bir cümle sözde haber. O haberinde ne kurgusu, ne vurgusu ne kuralı ne kaidesi yok. Kurulan cümleyi bırakın ilkokul talebesini ana sınıfı öğrencisi yazsa daha tertipli daha düzenli olur. Sorsan "sarı basın kartı var", duayen gazeteci. Azizim sen bırak gazeteyi önce bir Türkçe okuma yazma öğren. Devrik cümlelerle başladığın metinlerin sonunu "Akçadağ" ağzıyla bağlıyorsun...
İşte onun için diyorum ki; "ben yerim sizin gazeteciliğinizi" e haksız mıyım ama...

**

Eskiden ekranlarda sevgili Reha Muhtar böylesi "şaklabanlıkları" yapardı. Usta kendisini de aştı işi canlı yayınlara taşıdı. O dönem tanıdık bizler "it-köpek" haberlerini.
Duayenlikleriniz buraya kadar. Keşke Uğur ağabeyinize benze-sey-diniz, hiç değilse bir iki işletmenin "ne hatlar çevirdiğini" sayenizde öğrenip başımız göğe ererdi...

**

MALATYA'NIN YIĞINLA SORUNU VARMIŞ, ÇOKTA TIN!..

Yerel medyamızın medarı iftiharı yüz akımız canım cicim gazeteci "böyyüklerimiz" pekâlâ bilirler,
Malatya'nın ulaşım,
Otopark,
Çarpık kentleşme,
Sosyal çevre düzeni ve yeşil alan ihtiyacı,
Sosyal tesislerin yetersizliği,
Eğitim,
Sağlık, falan filan...
Yığınla sorunu varken çıkıp "iki çüt" kelam etmezsin.
Arkasından sövüp saydığın "meziyetsiz" vekillerin dibinden çıkmazsın,
Dönder aktar bozuk plak gibi her gün aynı konu ve gündemi ısıtıp ısıtıp gözümüze sokarak "bak sayın vekilim neler neleri bugün demiş" havalarına girersin. Yazdığın uyduruk oradan buradan aşırma habere birde taltif filan beklersin.
Oh ne ala memleket.

**

Biz güzel olan şeyleri yazıp, eksik yanları eleştirdiğimizde "gamazzlığa" soyunan güruh; güzel işler olunca yaptığımız bir teşekkür haberine bakıp ne "yalakalığı mızı" ne "besleme medyacılığımızı" koyuyordu.

Şimdi ben sizlere "kömbeci medya" dersem yanlış mı oluyor. Hem vallahi hem billahi, yanlış değil dahası eksik. Sizler hem kömbeci, hem bozacı-şıracı, hem borazancı ve hem de işkembecisiniz..

Vaktiniz olursa gidin görün kasap pazarındaki işkembeleri, ne haldeler...

HİLTON TOWERS MÜDAVİMLERİ

Son günlerde birde Hilton müdavimlerimiz oldu. Bin şükür, bizim medya mensupları "aç-sefil" kalmayacak. "Kavuklu emicem" sayesinde bir güzel göbek büyütsünler bakalım. Büyütsünler çünkü önümüz kış. Hiç değilse canlarını telef etmeden "kış uykusunu" geçirirler.
Gerçi diyeceksiniz ki; "azizim biz bunların uyumadıkları zamanı da biliyoruz, yatsa n'olur, uyusalar n'olur" değil mi? Haklısınız bırakalım uyusunlar...

**

SAHİ BİR VEFA VARDI DEĞİL Mİ, FATİHTE MİYDİ?

Vefa; dostluk bağı, sevgi ve sevgiyi sürdürmek olarak tanımlanıyor. Yani dostluk bağı…
Hoş, bugünlerde Vefa’yı İstanbul’da arar olduk ama konumuz bu değil. Bizler, ne özlü sözlerden ne ayetlerden ve hadislerden ve de büyüklerimizin veciz sözlerinden öğrendiklerimizi hayatımıza tatbik etmekte zorlanıyoruz nedense.
Öleceğimiz zaman gelir aklımıza sağlığımız ve ya bozulduğu zaman. Hastaneye yattığımızda ararız dostlarımızı, yakınlarımızı ve özle-diklerimizi. Gelince sevinir gelmezlerse üzülürüz. Hoş gelseler de aslında yapabilecekleri bir şeyleri olmaz, yani ellerinden bir şey gelmez ama onların varlığından kuvvet alır ve manevi olarak rahatlarız. Yani dostlar hastalığa bile iyi gelir.
Güzel günlerimizde de ararız dostlarımızı. İsteriz ki sevincimize ortak olsun. Hem biliriz ki sevinçler paylaşılınca büyürler. Aynı şekilde üzüntü ve kederlerde paylaşılınca azalır. Buna inanırız ve hem doğrudur da.
Konuyu uzatmak ve epey bir örneklemek mümkün lakin sözü fazla uzatmayacağım.
Vefanın karşıtı olan vefasızlık duygusu da yukarıda söylediklerimin tamı tamına tersidir. Yani beklentilerin boşa çıkması beklenilenin gelmemesi, gözlerini yola dikip kala kalmaktır.
Yaşayanlar bilir, yaşamayanlar da öğrenirler nasılsa dedikten sonra da “bana bu duyguyu yaşatanlara Allah binlerce katını versin” (Âmin) diyorum. Vefayı yaşatanlara da vefasızlığı yaşatanlara da…

**

TEMİZLİK ŞART

Yaz bitti nihayet, kışa hazırlanırken etrafımızdaki "molozları" temizlemek şart oldu...

Yakında etrafımdaki moloz yığınlarından eser kalmayacak ve etrafımı sil baştan yenileyeceğim. ÇAKIL TAŞLARI DAHA FAZLA AYAĞIMA DOLANAMAYACAKLAR!...