“Ya Rabbi! Biz dünyada güneşin sıcağına dayanamazken cehennemin hararetine nasıl dayanalım?” (Ömer B. Abdülaziz)
 
Hayatını Allah’ın emirlerine göre düzenlemeyen insanlar, Kur’an’da detaylı haber verilen cehennemde yaşanacak azabı da düşünmez, göz ardı ederler. Çünkü cehennemi düşünmek ve ondan söz edilmesi vicdanlarını rahatsız eder.
 
Ancak insanlar söz etmese de, hatırlamasa da, cehennem gerçektir; dahası yaşadığımız dünya kadar gerçektir.  Ve cehennem Rabbimizin sonsuz adaleti gereği vardır. Yaratıcısı olan Allah’a değil de şeytana kulluk ederek yaşamını tüketen kimseler, O’nun sonsuz adaleti gereği cehenneme, Rabbimizin sınırlarını koruyan takva sahipleri de cennete yerleştirilecektir. Elbette ki bu kişilerin dünyadaki hayatları bir olmadığı gibi, ölümleri ve ahiretteki hayatları da bir olmayacaktır:
Yoksa kötülüklere batıp-yara alanlar, kendilerini iman edip salih amellerde bulunanlar gibi kılacağımızı mı sandılar? Hayatları ve ölümleri bir mi (olacak)? Ne kötü hüküm veriyorlar. (Casiye Suresi, 21)
Rabbimiz sonsuz merhamet sahibidir; Rahman, Rahim, Gaffar (bağışlaması çok olan) , Erhamurrahimin (merhamet edenlerin en merhametlisi) sıfatları hep Allah’ın bağışlayıcılığını düşündürür. Ancak Rabbimizin Saik (cehenneme süren)  sıfatı inkârcıların azap yurdu olan cehennem için tecelli edecektir.
‘Yüreklerin üstüne tırmanıp çıkan tutuşturulmuş ateş’, asla bitmeyecek, sonsuza dek sürecek bir azaptır. Kur’an’da oldukça detaylı cehennem tasvirleri yapılmıştır. İnsanın hayal gücünün de ötesinde, en dar, en karanlık, en pis, en dehşet verici azaplarla ve en iğrenç yiyecek, içeceklerle dolu hücrelere kadar işleyen kavurucu sıcaklıkta bir mekândır orası.
Cehennem ehli bu azap ortamının en dar ve sıkışık yerine, zincirlenerek, tasmalandırılarak, elleri boyunlarına bağlanarak atılırlar. Sürekli ateşe sunulurlar, ateşin verdiği acı hiç hafiflemeden devam eder. Yatakları ve örtüleri de ateştendir. Yiyecekleri darı dikeni ve zakkum, içecekleri kaynar su ve irindir. Giysileri de katrandandır. Yaşayacakları diğer bütün azaplar gibi, saydıklarımız da kesintisiz ve hafifletilmeden sonsuza dek devam edecektir.
İnkârcılar, bu azaptan kurtulabilmek için feryat eder, yalvarırlar, ama cevap alamazlar. Bir gün için de olsa azabın hafifletilmesini isterler, ama aşağılanma ve azapla karşılık görürler. Uğultusu çok uzaklardan bile işitilecek kadar şiddetli ve "cayır cayır yanmakta olan" (Mearic Suresi, 15), "öfkeli, alevleri kabardıkça kabaran" (Leyl Suresi, 14) ateşin içine atılırlar.
 
Kur’an ahlâkının yaşanabilmesi ancak tam olarak açık bir şuurla mümkün olabilir. Kesin bir dikkat ve tam bir şuur açıklığı ise hem dünyada tatmin ve huzura, hem de ahirette hayal bile edilemeyecek nimetlere ulaşmaya vesile olacaktır.
 
“İnsan; nur-u îman ile âlâ-yı illiyîne çıkar. Cennete lâyık bir kıymet alır. Ve zulmet-i küfür ile esfel-i sâfilîne düşer. Cehenneme ehil olacak bir vaziyete girer.” (Risale-i Nur, Gençlik Rehberi)
 
İlginçtir ki, parmağı çok hafif yandığında bile yoğun bir acı hisseden birçok insan, bütün bu acıları yaşayabilecek olma ihtimalini aklına bile getirmez. Böylesi bir azapla karşılaşmaktan korkan kimse ise ahireti, cennet ve cehennemi derin düşünmeli ve merhametlilerin en merhametlisi, kullarına karşı çok yumuşak olan, bağışlayan, esirgeyen ve tevbeleri kabul edip günahları iyiliklere çeviren Rabbimize sığınmalıdır.
 
“Ey Rabbim! Keremini ümit ederek sana yakarıyorum. İhtiyacımın giderilmesini senin katında umuyorum. Fakirliğimi senin zenginliğinle gidermek istiyorum. Senin affınla ayakta duruyorum. Senin kerem ve bahşişine göz dikiyorum. Bana ihsanda bulunmanı umuyorum. O halde, beni ateşte yakma; sensin benim ümidim. Beni cehenneme yerleştirme; sensin benim gözümün ışığı.” (İmam Zeynü’l-Âbidin)