(Hayalden Gerçeğe, Tarihten Geleceğe)

Ne büyük bir mutluluk: bu milletin bir ferdi olarak dünyaya gelmiş olmak, aynı dili konuşabilmek, ortak bir kültür mirasının üzerinde yetişmek, sorunlar ve zorluklar karşısında tek bir vücut tek bir yürek olabilmek ve en önemlisi yüksek bir amaç birliği içinde bulunmak.
 
Bu bakımdan, muasır medeniyetlerin üzerine çıkmak idealimizin bir an bile hafızalarımızdan silinmemesi adına yapılan olumlu gelişmelerin ve atılan adımların takdirle karşılanması gereğini gerçekten çok önemsiyorum.

Türkiye Cumhuriyeti`nin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk ne güzel ifade ediyordu da onurlu bir hayatın hayalini anlatıyordu, bağımsız bir devlette özgür bir birey olmak kadar dünyada mutluluk var mıdır, derken. Biliyordu ki ancak bu şartların varlığı halinde yüksek bir medeniyet inşa edebilecekti bu millet, hayallerini gerçeğe dönüştürebilecekti.

Bu bakımdan, hayalimizdeki yüksek medeniyetin inşasında devlete düşen asli vazifenin, halkın hoşnutsuzluğunu ve huzursuzluğunu gidermek, vatandaşına karşı adil olabilmek ve hakkı hak edene eksiksiz teslim edebilmek olduğunu düşündüm, bu hayali yaşatan bir devlet düşledim hep.  
İşte bu yazımda, bu amaç uğruna gerçekleştirilmiş olan 12 Eylül 2010 yılında yapılan referandum ve bunun sonucunda vatandaşımıza tanınmış olan ‘bireysel başvuru’ hakkından bahsetmek istiyorum.  

Hatırlayacağımız üzere, 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan halk oylaması sonucunda kabul edilen Anayasa değişikliği ile kabul edilen 5982 sayılı Kanun’un 1982 Anayasası’nın 148. ve149. Maddelerin de yapılan değişiklikler siyasi ve hukuki olarak atılmış büyük bir adım niteliğindeydi.


Oysaki o yıllarda, bu düzenlemeler hakkında o kadar çok olumsuz görüş belirtilmişti ki inanabilmek gerçekten çok zor. Örneğin; bu şikayet usulünden sonuç almanın imkansız olduğu, bunun oyalamadan başka bir şey olmadığı, Anayasa değişikliğinin asıl amacının davaları sürüncemede bırakmak olduğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden ve Avrupa`dan biraz daha uzaklaşmanın hedeflendiği iddia edilmişti.


Oysa durumun hiç de öyle olmadığı gerek Anayasa Mahkemesinin gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği kararlarda kendini göstermektedir. Bu durumu aşağıda kısaca özetleyerek sizlere anlatmak istiyorum:
Referandum sonrası hayata geçen yasal düzenlemeler uyarınca bugün; herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmektedir. Yani Anayasa Mahkemesi artık, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi`ne (AIHM) gitmeden önce başvurulması gereken son makam ve son mercidir. 

Bunu şu sebeple ifade ediyorum ki; bireysel başvuruların tamamı doğrudan esas bakımından incelenmemekte, öncelikle kabul edilebilirlik bakımından değerlendirilmektedir. Kabul edilebilirlik kriterlerinden bir tanesini ise, iç hukuk yollarının tüketilmiş olması şartı oluşturmaktadır. Yani kısaca belirtmek gerekirse, bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekmektedir.

Yalnız şunu da ifade etmeliyim ki AIHM, tüketilmesi gereken iç hukuk yolunun kullanılabilir ve etkili olmasının şart olduğunu belirtmektedir. Özetle, AIHM`e göre Anayasa Mahkemesi`ne bireysel başvuru yolunun, AIHM`e başvurmadan önce tüketilmesi gereken bir yol olarak kabul edilebilmesi için bu yolun kullanılabilir ve etkili olarak değerlendirilmesi zorunluluk teşkil etmektedir.

AIHM tarafından 28 Ekim 2014 tarihinde verilmiş olan Hebat Aslan ve Firas Aslan v. Türkiye  (15048/09) kararının bu bakımdan son derece olumlu olduğunu düşünmekteyim. Çünkü bu kararda AIHM, Anayasa Mahkemesi`nin bireysel başvuru yoluyla incelediği bir başvuru hakkında kabul edilemezlik kararı vermiştir. Anayasa Mahkemesi kararını uygun ve yeterli bulmuş, Anayasa Mahkemesi`ne bireysel başvuru yolunu ‘etkili ve kullanılabilir’ bir yol olarak görmüştür.

Başvuruya ilişkin olayı kısaca şu şekilde özetlemekte fayda bulunmaktadır: Başvuranlar (Hebat Aslan ve Firas Aslan) PKK terör örgütü adına düzenlenen eylemlere katılmak suçlamasıyla 31 Aralık 2008 tarihinde yakalanmışlar, 3 Ocak 2009 tarihinde tutuklanmışlardır. Başvuranlardan Firas Aslan 27 Kasım 2012, Hebat Aslan ise 19 Şubat 2013 tarihinde tahliye edilmiştir.

Hebat Aslan ve Firas Aslan, 16 Şubat 2009 tarihinde öncelikle AIHM`e başvuruda bulunmuşlardır. Başvuranlar sırasıyla; tutukluluk sürelerinin uzunluğundan, tutukluluklarının kanuna uygunluğunu sorgulayabilecekleri etkili bir usul bulunmadığından, bu incelemelerde duruşma yapılamadan karar verilmesinden, Cumhuriyet Savcısının başvuranların tahliye taleplerinin esaslarına ilişkin görüşlerinin kendilerine bildirilmediğinden şikayet etmişlerdir.

AIHM`in kararından önce ise başvuranlar, referandum sonucunda oluşturulan yeni kanuni düzenlemeden yararlanarak, 11 Aralık 2012 tarihinde Anayasa Mahkmesi`ne bireysel başvuruda bulunmuşlar ve benzer şikayetlerde bulunmuşlardır. 

Anayasa Mahkemesi, tutukluluk süresinin uzun olduğunu kabul etmiş ve manevi tazminat bağlamında Firas Aslan’a 4000 ve Hebat Aslan’a 4200 TL ödenmesine karar vermiştir. Ayrıca, 15 Ekim 2012 tarihinde başvuranların yapmış olduğu tutukluluk itirazında savcı görüşünün başvuranlara bildirilmediği gerekçesiyle ihlal kararı vermiştir.

Anayasa Mahkemesi`nin bu kararından sonra AIHM, tutukluluk süresinin uzunluğu hakkındaki şikayet kapsamında yaptığı değerlendirme neticesinde, iç hukukta Anayasa Mahkemesi tarafından hükmedilen tazminatı yeterli ve uygun bulmuş, başvuranların bundan böyle Sözleşme’nin 5. maddesinin 3. fıkrasının ihlali nedeniyle “mağdur” olduklarını iddia edemeyeceklerini ifade etmiştir. 

AIHM yine, Anayasa Mahkemesi tarafından inceleme konusu yapılan 15 Ekim 2012 tarihli karar sırasında savcı görüşünün başvuranlara bildirilmediği şikayetini yeniden inceleme gereği duymamıştır. Netice olarak AIHM, yukarıda bahsedilen şikayetleri kabul edilemez bulmuştur.
Bu başvuruya ilişkin AIHM`in söz konusu kararı, AIHM`in, Anayasa Mahkemesi`ne bireysel başvuru yolunu etkili ve kullanılabilir bir yol olarak görmüş olması sebebiyle çok önemlidir, dikkate değerdir.

2010 yılı referandum sürecinde haksızca yapılan eleştirilere rağmen, bugün bu Anayasal değişikliğin vatandaşımıza ve devletimize olan olumlu etkisini görmek çok sevindirici. Bu durum bize doğru yolda olanların, olumsuz eleştirileri görmemesi ve duymaması gerektiği gerçeğini bir kez daha hatırlatmaktadır. Atatürk ne de sağlam sözlerle anlatıyor bunu bizlere; “Büyüklük odur ki, hiç kimseye eğilmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın, memleket için hakiki mefkure ne ise onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır, asla irkilmeyeceksin. Önüne sayısız engeller yığacaklardır. Kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu engelleri aşacaksın. Ondan sonra sana büyüksün, derlerse, bunu diyenlere güleceksin!’’

Ülkem, milletim, kardeşim! Haydi, kendine gel! Bugün bir hayale uyan… Bir tepeden bak bu millete ve hatta insanlığa ki görmek için gelecek nesillerin hakkını, hayalini. Belgesiz, yadigârsız, hatırlanamaz olmuş geçmişlerin emanetini görürcesine bak insanların yüzlerine. Hırslarından,  sabırsızlığından, bencilliğinden bir gün olsun sıyrıl da bileğini, kafanı, gönlünü insanı yaşatmaya dönük bir hayale ada. 

Korkma! Sevgiye, şefkate ve yardıma uzat elini. “Gönülden istek olunca uzaklar yakın olur”, yolları bitmez sanma. Şeyh Edebali`nin söylediği gibi, yatsı ezanından sonra doğup da sabah ezanı okunmadan, şafak sökmeden ölenlerden olma! 

Kardeşim! Önyargınla beni de bizi de mahkûm etme ki yanlış hissiyatınla, ne demek istediğimi anlamazlıktan gelme. Haydi, bugün kalbinde bir devrim yap. İnsanı gözetmeye, hoş tutmaya, sevmeye; insana ihsanda bulunmaya, saygı duymaya, ona karşı merhametli davranmaya bir adım da sen at. Atmıyorsan bile, atılan adımlara kızma.

Unutma ki; gerçekler hayallerden doğar, gelecekse tarihten gelir. Tertemiz hayallere yer ver kalbinde, tarihinin de bembeyaz hayallerle kaplı olduğunu hatırla. 

Sözlerime burada son verirken, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolunu hukukumuza kazandıran siyasi iradeyi ve bu yolun dosdoğru bir biçimde icra edilmesine emek veren kişileri can-ı gönülden saygı ile selamlıyor ve bir sonraki yazımda sizlerle bir araya gelmek için şimdiden sabırsızlandığımı belirtmek istiyorum…